Psişel Sergi(Psolo Exhibition) Değerlendirmesi /Vahit Tuna-Galerist
istanbul bienali ve contemporary istanbul gibi önemli etkinlikleri ağırlayacak bu harika haftadan herkese meraba!
açıkçası daha önce ikisine de katılma fırsatım olmamıştı.internetten izleyip gözlemledim tabi hiçbir zaman gidip yerinde görmek gibi olmaz,olamaz :)
contemporary istanbul'da 14-17 eylül arası dünyanın farklı yerlerinden gelen sanatçılar galeriler ve koleksiyoncular ağırlanacak ve bu sayede çağdaş sanat izleyicilerine en iyi şekilde binbir çeşit eser koleksiyon tanıtılmaya çalışılacak.biletleri mobilet sitesinden temin edebilirsiniz :)
istabul bienali ise 16 eylül-12 kasım arası ücretsiz olarak gerçekleşecek.
mekanlar birkaç farklı yerde onun linkini de buraya bırakıyorum bakarsınız,he bir de istanbul bienalinin insta storylerini takip edin,o sizi yönlendirecek.
http://bienal.iksv.org/tr/arsiv/haberarsivi/p/1/1530
her neyse sanırım konudan fazla uzaklaştım :( şimdi toparlamalıyım.
psişel sergiye yanlış hatırlamıyorsam nisanda gitmiştim.sergiyi soyle bi turladigimda baya farklı geldi ama üzerimde sonsuz soyut düşünceler de uyandirmadı.sonra tekrar okudum sergiden yaptığım hasılatları :d yani bana verilen kağıtları.serginin ismi bana çok mitolojik gelmişti ve sürekli anlamını karıştırdığım bi kelimeydi,çok dikkatimi çekti: PSİŞEL
internetten baktıktan sonra sergi rehberinde zaten açıklaması olduğunu öğrendim bunun.
Psişel kelimesinin sozlukte karsiligi yokmuş.sanatçı psişe ve kişisel kelimesini birleştirerek daha önce hiç duyulmamış yeni bir form olan psişel kelimesini kendi oluşturmuş.
psişe kelimesi ise yunanca kökenli 'phy' yani filizlenme anlamına geliyormuş.
physis ise doğanın işlerliği,sürekli devinim halinde olması ve bunun devamı olan sürerlilik hareketleri,doğal akışı temsil ediyormuş.
işte şimdi taşlar yerine oturmaya başlamıştı bende.bu bizim fıtraten karşı koyamayacağımiz,kendi kendini kontrol eden ve önüne geçilmesi imkansız olan bir hareketti.bu doğanın başka bi deyişle anın hareketiydi.an bize sürekli farklı anlamlar sunmuyor muydu ? yada zamanın akışı aslında doğanın hareketinin bir getirisi değil miydi ?
varlıklar veya alemlerden hiçbiri hareket etmese biz anın geçtiğini,yelkovanın hareket ettiğini nasıl hissedebilirdik ? sahi ya,zaman neye göre devam edip kime göre şekilleniyordu?
bizim hareketimiz anın değişimini mi etkiliyordu,yoksa doğanın kendi içinde kurduğu bağlantı onun tüm hareketinin bize yansıması olabilir miydi ?
ben bu soruları düşünürken Ulus Baker'in şu sözleriyle karşılaştım:''Doğanın ya da evrenin hareketleri,belirli zamandaki bazı pozların(telos) sıralanmasıyla izlenemez,bunlar zaten iç içe zamanlarda sürekli ve akışlarda varlık kazanmış bir bütündür."
bu noktada biraz serginin iç dizaynına değinmek istiyorum.sergi 4 farklı mekana yayılmış her birinde 'aynı anda' çalışan megafonlar vardı.bu megafonların hepsinden değişik sesler geliyordu.bu seslerin her birinin hikayesi de farklıydı.hepsi aslında bizim ezberimizde olan,yaşanmış gibi ama tam olarak hatırlaması zor kıyıda köşede kalmış anları zihnimizden kusturmaya çalışırcasına bir şeyler anlatıyordu .bunları biz görmüş müydük sahi yoksa yalnızca bi yerden duyup aklımızda yer mi edinmişti?
"1 km midilliye doğru sürüklendi
"1 km midilliye doğru sürüklendi
ekmek almaya gidiyorum deyip
kaldıkları çadırın önüne
kayboldu
arazide
ormanda
15 yıl sonra ailesini kaybetti
öldü sanılmış
aç susuz
baygın bulundu
ağaca yaslanmış
fark ediliyor
garsonluk,çaycılık yapmış
ormanda
kayboluyor
mendil satmaya çalışırken.."(Vahit Tuna,2017,s.1)
megafonlar böyle hikayeler fısıldayıp duruyordu sergide.başka odaya geçtiğimde ise kocaman bir tablo çıktı karşıma.deniz ve dalga temalıydı bu.Yunanistan karasularından çekilmiş dalgalı bir denizmiş.
elbette tablonun orada -odanın yarısını kaplayacak vaziyette duvarda -yer almasının bir amacı vardı.bu eser, sanatçının çocukluk döneminde aklında iz bırakan yere ait ayvalık ve midilli açıkları arasında bulunan denize ait bir tabloymuş.ve işte sergide izleyiciye aksettirilmek istenen asıl düşünceye geldik:psişe kelimesinin kökeni filizlenmekten geliyor demiştik.burada sanatçı kendi köklerine inerek ve anılarını halen belleğinde canlı tutmaya çalışarak izleyiciye yansıtmak istiyordu.bunun içinde daha önce bahsettiğim 2 megafonu kullanıyordu.
bu 2 megafondan biri çocuk oluştan bahsederken öteki kayıp anonsları yapıyordu.bu aletlerin sesi daha sonra yürüme sesleri dalga sesleri ve kürek sesleri ile birleştiriliyordu.bu odada anlatılmak istenen sanatçının çocukluğunun geçtiği yerin bizim belleğimize tablo ve megafon yardimiyla 3 boyutlu bir resme donusturulmeye calisilmasi ve boylece "o anın"geri getirilmesiydi.sanatçı hiç şüphesiz anı aklımıza kazımaya çalışarak su anin icinde de gecmisin varolabilecegini kanitlamaktaydi,ama nasil ?devam edelim ;)
2.oda:
ezilmiş hoparlör,kablolar ve küçük hoparlörler.bu odada da sesler bulanık.sela sesi martı sesleri birbirine karışıyordu.
aslında bu bölüm her ne kadar ilk bakışta ilk odadan bağımsız gibi gözükse de kayıp anonsları ve martı sesleri ile 1.odadaki deniz tablosuyla bağlantı kuruyordu.
burada bence sanatçının anlatmak istediği;büyüdükçe kulağa gelen seslerin farklılaşması öbür bir deyişle büyüdükçe dış dünyayla bağlantımızın artması ve gerçek hayatın içine girmeye başlamamız,fakat hayatın akışı icinde bile gene kendi geçmişimizde yaşadığımız anlardan kopamamızdı.
nitekim,her ne kadar geçmişten kopmaya çalışsak da martı sesini veya kayıp anonsunu tekrardan dinlediğimizde o ana geri dönmüş olmaz mıyız?yanı bize anıyı hatırlatan o anı yaşadığımızda hissettiğimiz duygular değil midir ?bu da o anı ölümsüzleştirmez mi?
bu arada,bu odada bi masa ve masanın içinde farklı sembolik nesneler vardı.ama şuanla bağlantısını hiç kuramadım diyebilirim.olsa olsa sanatçının geçmişi ile alakalı sembolik resimlerdi bunlar
hiç bir şey anlamamı kendi yeteneksizliğime vermek istemiyorum açıkçası :d
sanatçının vermek istediği mesajla bağlantısı var sanki bunun :) bunlar öyle resimler ki kendilerini hiç ama hiç açmıyorlar.anlatmıyorlar.hepsi kendini o ana hapsetmişçesine konuşmuyor,değerlendirme yaptırmıyorlar.bir nevi izole ediyorlar gibi kendilerini şuandan.neyse biz devam edelim bi'
sonra serginin iç bölümüne doğru ilerledim ve yerde parlak ışıkları üzerine yansıtan bir mermer parçası karşıladı beni.mermerin üzerine parlak harfli yazılar kazınmıştı. Sait Faik'e ait "Sarnıç" öyküsünden.:
"Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz.Halbuki zaman ağır ağır bizimle akan nehir,bir göle varıyordu.bu gölde artık biz akmıyor,dalgalanıyorduk."
burada değinilecek o kadar çok metafor var ki..hepsi de bu sergiyle bağlantılı.gerçekten serginin enstalasyonuna hayran kaldım.
Sanatçının benim gözümden burada anlatmak istediği diğer bir deyişle rüya' metaforunu kullanmasının sebebi rüyanın "ana" en iyi anlam yükleyen soyut olsa da somuta indirgenebilen bir olgu oluşuydu. çünkü her ne kadar gördüğümüz rüyaların bazıları gerçekle bağlantılı değilmiş gibi gelse de aslında bizim bilinç altımızın oyunu değil midir ? rüyada gördüğümüz anı gerçekte yaşamasak da bizim bilinc altımızdan çıktığı için bizim gerçekliğimiz ile bağlantısı vardır.bize olmayan bir anı da yaşatabilir rüya ,olup gerçekleşmiş bitmiş kafadan silinmiş bir anı da tekrardan animsatabilir .
.. ve işte an -zaman kendi anlamını kazanır.biz aslında bunu gerçek hayatta fark etmiyoruz,ama gerçek hayatta da rüyada olduğu gibi geçmişte yaşadığımız bir anı aynı hisle tekrar yaşayabiliyoruz,yeniden yaşadığımiz anda hemen belleğimizin arşivine gidip geçmişte yaşadığımız anı buluyor,çıkarıyor ve hatırlıyoruz.yani her şey bizim belleğimizde aynı anda tekrar kaybolup canlanabiliyor.
bence bu noktada psişe kelimesinin anlamına tekrardan değinmekten geri durmamak lazım.
psişe kelimesi doğa sürecini ifade ediyordu.yani doğanın içinde var olan sürerlilik sürer giderken bir yandan değişen ve devinen her şeyin içinde bir bağlantı olduğunu,bu yuzden anlarin arasinda kopukluk olmasi ihtimali olmadigini bize yansıtıyordu.zaman bir iluzyona donusuyordu,biz ani kontrol edebildigimizde,ayni hislerimizle
bunu sait faik'in nehir-göl bağlantısından yola çıkarak da anlayabiliriz.sanatçı bize zamanla anların birikim yaptığını ve bu anların bir nehir vasıtasıyla göle doğru sürüklendiğini ve sonunda biriken bu anılarla zamanın akmayı bırakıp dalgalanmaya başladığını bize aksettirmeye çalışıyordu.
dalgalanma olmasının sebebi bilinçaltımızın ,şu anki bilincimiz ile birleşmesi ve bundan dolayı da belleğin yorgun düşüp yorulması olabilir miydi ?
bence dalgalanmaların asıl sebebi de buydu.zihinde biriken anların kimi bilinç altımıza yönelik kimi ise dış dünyaya yönelik iki başlı bir karaktere büründüğünden düzgünce hatırlama değil de dalgalanma süreci başlıyordu farkında olmadan.ama gene sanatçının üzerinde durmak istediği aynı noktada birleşiyorduk.
bunca devinim içinde doğanın asla taviz vermediği bir netlik sürekilik de vardı.doğa bize anları sunuyordu biz bu anları yaşıyorduk bunların kimi bilincaltıyla veya geçmişle bağlantılı kimi ise daha önce hiç hissetmediğimiz düşünceler barındırıyor.fakat biz bunlarla 2.kez karşılaştığımızda tekrar hatırlayabiliyot muyuz?evet,aynı anı tekrar tekrar hatırlayabiliyoruz.bunu bize psişellik sağlıyor:yani bizim kişiselliğimizden yola çıkan,bizi biz yapan düşünceler psişe ile birleşiyor(doğanın dengesi)
ve biz kişiliğimizi doğanın değişmeyen devinimi içinde bir kez daha kanıtlarken,aynı zamanda farklı anları hatırlayarak eş zamanlılıktan bahsedebiliyoruz.farklı zamanda aynı anı hatırlayıp aynı şeyi hissetmenin sebebini hiç düşündük mü peki,
bu "duyguların"ta kendisi değil midir ? anı ölümsüzleştirerek zamanın gevezeliğini susturan veya anı gözümüzde tekrar tekrar yeniden canlandıran.bence serginin ana teması psişe değil de buydu,duyguydu.
çünkü psişe sergi bizi bir yere kadar götürüyordu.yani gözümüzde anıyı tekrar canlandırıp geçmiş ve şuan bağlantısının eş zamanlı kurgular dahilinde olduğuna.
arka planda ise asıl incelenmesi gereken veya akla gelmesi gereken soru :"anları belleğimizden koparıp çıkaran ve bize geçmişi şuan gibi hissettiren neydi ?" sorusuydu.
sanatçı bunu bize apaçık yansıtmak için sergiyi 4 farklı mekan üzerine konumlandırmıştı.
4 farklı mekanda birbirinden farklı ve bağımsız gibi görünen nesneler bazen megafonlardan çıkan seslerle bağlantılıydı,bazen sait faik'in düşünceleri ile..
4 farklı mekanı sırasıyla irdelediğimzde de önce sanatçının çocukluğuna gidiyor çocuk sesleri duyuyorduk.sonra sanatçının topluma ve hayata karışmaya başladığını duyduğumuz martı ve sahil sesleri ile anlıyorduk.o ara ilk odadaki anons sesleri kesilmiyordu bu arada,yani sanatçı geçmişi ile bağlantılı olduğunu söyleyerek hala burdayım mesajı vermeye çalışıyordu.aynı odada olan ve garip nesneleri içinde barındıran masadan da sanatçının geçmişte kalmasını istediği ve üzerini kapatarak saklı tutmaya çalıştığı nesnelerin olduğu kanısına vardım.o nesneleri yorumlayamıyordu kimse ama 'şu an bile aklımda' dercesine şimdiki zamanın içinde hareketliliğe kafa tutarcasına varlıklarını sürdürüyorlardı. belki de sanatçının takıntıları veya unutamadıkları ile ilgisi vardı bu eşyaların,bilemeyiz...
Sonunda da sanatçı anın ona hissettirdiklerini sait faik'in dizeleri ile özetliyor ve aynı zamanda serginin de bize özetini sunuyordu.
"bu gölde artık biz akmıyor,dalgalanıyorduk."
Vahit Tuna sanki burada gençlik zamanlarındaki nehirdeki akıştan uzaklaşıp,yavaşlayarak göle ulaşıyordu.bu anı biriktirmenin apaçık karşılığıydı.çünkü bu gölde akla gelebilecek her "an",her şey vardı.bu göl ile temsil edilmek istenen bizim zihnimizden başkası değildi apaçık.
nasıl suya elimizi batırdığımızda gölde istedğimizi alıp ulaşabiliyorduk,tabi gölün dibi hariç.çünkü orada bilinç altı vardı :)!
zihnimizde böyleydi.elimizi attığımzda istediğimizi çekip çıkarabiliyorduk,tabi bunu yaparken bize yardımcı olan tek bir şey vardı:DUYGULARIMIZ.geçmişte yaşadığımızla şuan arasında köprü kurmaya yarayan farklı durumlarda ve olaylarda aynı şeyi hissetmemiz,geçmişle şuan arası köprü kuruyor ve bu da bize hatırladıklarımızı ve şuanı aynı anda yaşanmış iki olaymış gibi hissettiriyor,eş zamanlılığı yansıtıyordu.nitekim odaların 4e ayrılmasının esprisi de tam olarak buradaydı.4 farklı oda da olsa duygusal açıdan bağlantılı konular ele alınmaya çalışıldğından aynı oda içinde geziyormuş hissine kapılıyorduk.
aslında bu bir çeşit ilüzyondu.zaman eş zamanlı olarak 4 farklı odaya yayılmış ve hepsinde aynı an devam ediyordu.bu psişellikti aynı zamanda,bunu doğanın belirlediği hareket sürecine kendimizi yani kişiliğimizi katarak yapabiliyorduk.
ve şuan bile bunu yapmaya devam ediyoruz aslında,bunun farkına varmak için gözlerimizi kapamamız yeterli ;)
çok yazdım.bugünlük bu kadar,umarım faydalı olabilmişimdir sizlereee...
REFERANSLAR:
http://www.galerist.com.tr/wp-content/uploads/downloads/2017/02/Vahit-Tuna-Psolo-Exhibition-07.03.-08.04.2017-ENG1.pdf
http://xoxodigital.com/gallery/10540/vahit-tuna-ucuncu-kisisel-sergi
https://kulturlimited.com/2017/03/07/vahit-tunanin-yeni-sergisi-ayni-anda-4-mekanda/
http://www.galerist.com.tr/wpcontent/uploads/downloads/2017/03/Vahit_Ps%CC%A7isel_Emre_Zeytinoglu1.pdf
Yorumlar
Yorum Gönder